Seçkin Gezginler Topluluğu. | Juva Tourism Agency - 17785
Bazı şehirler, bir masal gibi değil; bir şiir gibi akar ruhunuza. Stockholm, benim için tam olarak öyleydi. On dört adanın üzerine kurulmuş, kanallar, köprüler, yeşil alanlar ve pastel renkli yapılarla bezenmiş bu şehir; hem İskandinav sadeliğini hem de tarihsel zarafeti taşıyor içinde.
İsveç’in başkenti, modern şehircilikle doğal güzelliklerin en sade uyumunu sunuyor. Stockholm’de geçirdiğim her an, doğanın ritmiyle şehir yaşamının uyum içinde salındığı bir dengeydi. Sokaklarında gezerken sessizlikle sohbet ettim, müzelerinde zamanın katmanlarını izledim, kafelerinde ise hygge ruhunu hissettim.
Stockholm’ün en eski bölgesi olan Gamla Stan, Arnavut kaldırımlı sokakları, sıcak tonlarda boyanmış binaları ve küçük meydanlarıyla adeta bir zaman kapsülü. Burada yürürken yüzlerce yıl öncesine gitmek mümkün.
•Stortorget Meydanı, kentin ruhunu en çok hissettiğim yerdi. Rengârenk binaların çevrelediği bu meydanda oturup insanların günlük telaşını izlemek bile başlı başına bir deneyim.
•Stockholm Kraliyet Sarayı, hala aktif olarak kullanılan saraylardan biri. Kraliyet muhafızlarının törenini izlemek oldukça etkileyiciydi.
•Dar sokaklarda gizlenmiş küçük kafe ve kitapçılar, burayı benim için özel kıldı. Her köşe başı, ayrı bir keşifti.
Stockholm’ün en yeşil yüzü Djurgården’de kendimi bir an şehirden kopmuş gibi hissettim. Doğayla bu kadar iç içe olup aynı anda sanatla, tarihle ve hatta çocuk ruhuyla buluşabilmek çok özel bir şeydi.
•Vasa Müzesi, XVII.yy.’dan kalma batmış bir savaş gemisinin neredeyse kusursuz korunmuş haliyle sergilendiği bir yer. Gemiye yaklaştıkça büyülenmemek mümkün değil.
•ABBA Müzesi ise bambaşka bir enerjiye sahip. Müzik, kostümler ve sahne ışıkları arasında zamanda bir dans gibiydi.
•Nordiska Museet ve Skansen Açık Hava Müzesi, İskandinav yaşamına dair derin bir bakış sundu. Kültürle doğanın bu kadar zarif harmanlandığı başka bir yer düşünemiyorum.
Stockholm’de trafik yoktu demek istemem ama sanki yoktu. Herkesin bisikletle ya da yavaş adımlarla bir yerlere yetişmeye çalışmadan yürüdüğü bu şehirde zamanın akışı bile daha yavaştı.
Kafelerde tek başına oturup kitap okuyan insanlar, parkta sessizce piknik yapan çiftler, el ele dolaşan yaşlılar… Şehirde her an bir dinginlik hâkimdi. Kendimi hem yalnız hissettiren hem de kendimle kalmanın kıymetini anlatan bir yerdi burası.
Stockholm’de yemek yemek, sadece karın doyurmak değil, sade ve doğal malzemelerle tanışmak demekti.
•En çok dikkatimi çeken lezzet kesinlikle gravlax oldu: dereotuyla marine edilmiş somon dilimleri, sade ama sofistike bir tat.
•Tabii ki İsveç köftesi de denedim ama beklediğimden çok daha hafif ve zarifti.
•Kanelbulle, yani tarçınlı çörek, sabah kahvesinin ayrılmaz parçasıydı. Sade, ama ruhu ısıtan bir tatlı.
Minimalist İskandinav tasarımının merkezi gibi hissettirdi bana Stockholm.
•El yapımı seramikler, sade çizgilere sahip tekstil ürünleri ve ahşap aksesuarlar dikkat çekiciydi.
•İsveç markalarının organik kozmetik ürünleri hem doğallık hem kalite arayanlar için ideal.
•Vintage butiklerde ise ikinci el tasarım parçalar bulmak oldukça keyifliydi.
İsveç’in para birimi İsveç Kronu (SEK). Nakit taşımasanız da olur; neredeyse her yerde kredi kartı kullanılıyor.
İsveç, Türkiye’den 2 saat geride.
•Stockholm’de adalar arasında ulaşım oldukça kolay, ama yürüyerek dolaşmak en güzel keşifleri sunuyor.
•Yaz aylarında gündüz saatleri çok uzun, bu yüzden gününüzü dolu dolu planlayabilirsiniz.
•Gamla Stan’daki kafelerde kahve molası verirken yanınıza mutlaka bir defter alın. Şehrin ilham veren sessizliği, birkaç satır yazı yazdırıyor insana.
Stockholm bana sade yaşamın ihtişamını gösterdi. Her şey öyle düzgün, öyle huzurlu ve yerli yerindeydi ki… Burada geçirdiğim zaman boyunca hem kendimi dinledim hem de kuzeyin dinginliğinde kayboldum. Eğer siz de abartısız bir güzelliğin peşindeyseniz, Stockholm sizi kollarını açarak bekliyor.
23-Eki’25 & 02-Nis’26 & 28-May’26 & 01-Eki’26 & 21-Oca’26 & 20-May’26 & 11-Kas’26
